Yılmaz Odabaşı




İYİ Kİ BU DÜŞTESİN

I
nehirler yarışır, çağıldar gözlerinde
o nehirler benim nehirlerimdir
aşk
ki azar azar benim yerimdir
üşüyorsam, sokaktaysam, yalnızsam
gözlerin ey yâr benim evimdir

/vurulup düştükçe, düştükçe seni sevmekten caymayacağım
gece insin, el ayak çekilsin gelip kapında ağlayacağım!/

iyi ki bu sestesin
dünyayı ısıtan nefestesin
bir haydut gibi gezinirim kapında
kalbimde tutuşan ateştesin… 

II
rüzgârlar savrulur, uğuldar gözlerinde
o rüzgârlar benim rüzgârlarımdır
aşk
ki azar azar benim yerimdir
suskunsam, bozgunsam, bulutsuzsam
gözlerin ey yâr benim evimdir

iyi ki bu düştesin
her sabah ışıyan güneştesin
iyi ki yoksuluz bulutlar gibi
soğuyan dünyada sımsıcak fırınlar gibi

/vurulup düştükçe, düştükçe sana koşmaktan caymayacağım
gece insin, el ayak çekilsin gelip kapında ağlayacağım!/


*

ALLAHIN ÜVEY ÇOCUKLARI

Biz faillerini kalplerinde taşıyanlar.
Biz allahın üvey çocukları, arkasızlar... 

Biz hayata tenha bir ırmak gibi katılanlar;
her yerinden sökülüp her şeye katlananlar...

Biz sökük düğmeliler, şezlongsuzlar, şarapsızlar;
biz kozalarından kovulmuş ipek böcekleri...

Biz meçhul ve kara kişiler...
Biz yolcular, mazlumlar, çardaksızlar;
biz güneşte çekmiş serin kır kahveleri...

Biz ışıkla sözün tılsımında,
sabrın yankısında saklananlar.
  
Biz sesinden başka sokağı,
düşünden başka vatanı olmayanlar...

Biz yağmurlarda şemsiyesiz yıkananlar,
yakılanlar, yakınanlar...

Biz lanetli kişiler, ötekiler;
biz türkü söyleyenler!

Biz sürgünler, kefensizler;
biz aylak günlerin upuzun şarkıları.

Biz biat etmeyenler!

Bütün namlular bize göredir.
Bize göredir çarmıhlar, mezarlıklar;
bize göredir yalnızlıklar...

Biz şehre duyurulan bir kara haber.
Biz bütün ölmüşler, gömülmemişler…
Biz yazgısında gül bitmeyenler...


 O seslerin içinde sestik bir zaman.
                    Yankısı boğuldu, suflesi yalan.
                    Biz de o düşlerin içine düştük bir zaman.

 Yanıtını çaldırmış sorularız biz...
 Yanıtını çaldırmış sorularız biz!


*

Günlerin Bulanık Sularında

Kalabalık, 
kabarık şehir; 
çok şehir, 
çok beton, 
yok: İnsan… 

Çok: Şehir; 
hiç: İnsan! 

Sevgileri güneşte çekmiş, ruhları eprimiş 
ve ihanetlerini cüzdanlarıyla besleyen hiç insanlar, 
geldiler; milli piyango ve otobüs biletleriyle 
kürdanlarıyla, balgamlarıyla, ayakkabı bağlarıyla 
nüfus cüzdanlarıyla, “kazı kazan”larıyla, 
visa kartlarıyla, maskeleriyle, markalarıyla… 
Güneşin heybetine bakmadan 
ve aldırmadan rüzgârın zarafetine... 

Birer küfe gibiydi omuzlarında hayat; 
her biri kendince yokuşlarda, 
her biri amansız yokoluşlarda, 
şarkıları yankısız, 
aşkları unutuşlarda... 
Kapanıp gündüzlerin ıssız odalarına; 
hepsi çürük akşamlardan 
ve bayat sayımlardan kalma (!) 

Geldiler, 
göğe bakmadan, 
dokunamadan o uzak ovalara 
telaşla, 
günlerin bulanık sularında... 

Hiç insan, 
sabahın köşesinde 
kusmuş şehrin şanına; 
sabahlar akşamına, 
adamlar aşklarına, 
kusmuş günlerin bulanık sularında. 
Sevgisiz kaldık, sevgisiz kaldık 
kısacık Nisan akşamlarında... 

Şimdi hızla yırtılan aşiretlerden 
aşüfteler, kalpazanlar ve ateistler çıkaran ülkem, 
savur beni şu pusun, ayazın ortasına, 
çıkarıp sığ sulardan yakıştır okyanuslara 
ve kavuştur o eski masal kahramanlarına... 
Çünkü böyle bir raunt isyan, beş rekat hüzün 
Yetmiyor haziran akşamlarında... 

Şimdi parklar fesleğen kokarken 
yoksullar soluk soluğa; 
fıskıyeler upuzun, 
taşıtlar süratle otobanlarda; 
telaşla, 
herkes günlerin bulanık sularında... 

Oysa hepimizin gidebileceği bir vadi olmalıydı… 

Artık ömürlerimiz bu tükürülmüş bulvarlara kanar 
Ve rüyalarımızda bir görünür bir kaybolur serin pınarlar; 
bu yüzden yaktığımız bütün kibrit çöpleri 
en çok da içimizde yanar ha yanar... 


Kalabalık, 
kabarık şehir; 
çok şehir, 
çok beton, 
yok: İnsan... 

Çok: Şehir; 
hiç: İnsan! 

Hiç 
insan; 
doyumsuz, 
tedirgin, 
korkak... 
Sabırsız, 
tutkusuz, 
kaypak... 


Şimdi herkes yüreğinin avlusuna bir servi kadar. 
Rüyalarında bir görünür bir kaybolur ormanlar. 
Uyanınca, irileşen boşlukları ihanetle tamamlar... 



ç 





n: Yitmiş günlerin bulanık sularında… 
Sadece elbiseler sürüklüyor ardında.. 

coşkusuz, aşksız kaldık 
Kaldık... 
Bu kısacık temmuz akşamlarında…


*

Bitme

bitme!bak,içtim,yürüdüm,kederlendim
denize girdim,üşüdüm,sana geldim

düş bitmeden sen bitme
bitmeden sevgi gitme

bitme!bak,koştum,savruldum,hep örselendim
cıgara ziftlendim,ille de seni sevdim
uzaklarda öyle çok kederlendim

günler bitmeden bitme
bitmeden hasret gitme

bu yangın geceler,bu intihar
gidersen paramparça yüreğimde ağıtlar
bu dolunay gecenin göğsünü yarar
benim göğsümde de sana geniş bir yer var

düş bitmeden sen bitme
bitmeden sevgi gitme...


*

FERİDE (poliste)


portatif bir hayat
katlanabilir!

belliki tenemin rengini yitirecegim
ve hayat yitirecek rengini yuzumun sustugu yerde
korkarak yururken caddelerde
benim yuzyilim hani?
ulkem nerede?

feride
simdi yanas kiyilarima bir vapur gibi
carpip durayim guvertede gozlerine

(beni boyle bir eller
beni yollar,beni yeller
kelepceler,hucreler beni
alip gitmeye
inan ki feride inan
ask,
once!)
(gozumu bagliyorlar;korma sevgilim!gozumu,
gonlumu degil...)


kanli karanlik odalarda
beni morartiyor,azaltiyorve azdiriyorlar
boyle her seferinde,cikinca,firinda ekmek gibi kabariyorum
sonra bir cogaliyor,bir cogaliyor,bir cogaliyorum

(bir guzel renk degistiriyorum;korkma!yurek degil,renk degistiriyorum sadece..)
ben can,camiler e(zan) derdinde!
kollarim gidiyor once,ayaklarim ellerim
saclarim gitmisti zaten,bileklerim gitmisti

biliyormusun bir sen kaliyorsun icimde
yuregimin alazinda biz bize
aglasiyoruz sesizce...

(sonra gozlerim aciliyor;korkma!dilim degil,gozlerim sadece...)

(mahkemede)
yurdum,
seni
'devlet
topraklarinin
bir
kismini
veya
tamamini
ayirmaya
yonelik'
ve
gizli'
s e v i y o r u m
dediler


Yılmaz Odabaşı


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder