*
Kocaman Bir Çocuğu Öpüyorsun
Sen bende neleri öpüyorsun bir bilsen
Herkesin perde perde çekildiği bir akşam
Siyah bir su gibi yollara akan yalnızlığı öpüyorsun
Ağzında eriklerin aceleci tadı
Elleri bulut, gözleri ot bürümüş ekin tarlası
Bir çocuğun düşlerine inen tokadı öpüyorsun.
Yağmur her zaman gökkuşağını getirmiyor
Aralık kapılarda bekleyişin çarpıntısı
Bir kadının eksildikçe ömrüme eklenen
Uzun gecelerini, solgun gövdesini öpüyorsun.
Uzak dağ köylerine vuran ay ışığı
Kerpiçlerden saraylar kuruyor yoksulluğa
Ne suların ibrişimi ne gökyüzü ne rüzgâr
Sen bende gittikçe kararan bir halkı öpüyorsun.
Sakarya Caddesi'nde sarhoşlar
Rakıyla buğulanmış kaldırımlarına gecenin
Yüksek sesle bir şeyler çiziyorlar.
Yalnızlık her koşulda bir sığınak bulur, diyorum
Uzanıp dudağımdaki titremeyi öpüyorsun.
Örseler acıyla düştüğü yeri
Susarak büyüyen adamların sevgisi.
Ağzında pas tadıyla bir inceliği söylemek
Bir gülünç içtenliktir, gecikmiş ve ezik
Sen bende yanlış bir ömrün tortusunu öpüyorsun.
İnsanın zamana karşı biricik şansıdır aşk
Onca kapı onca duvar içinde bulur aynasını.
Sen bende neleri öpüyorsun biliyor musun
Herkesin simsiyah kesildiği bir akşam
Yıldızlarla yedirenk gökyüzünü öpüyorsun.
Sen bende, gözlerinin anne ışığıyla
Bir solgunluktan doğan kocaman bir çocuğu öpüyorsun.
|
*
Koşaradım
Gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim Ne bir ortak sevinciniz kaldı sizi çoğaltacak Ne bir içten dostunuz var acınızı alacak Unuttunuz nicedir paylaşmanın mutluluğunu; Toprağı rüzgârı denizi göğü O her zaman bir insanla anlamlı Tükenmez bir hazine gibi kendini sunan doğayı Unuttunuz, gömülüp günlük çıkarların Ve ucuz korkuların kör kuyularına Daraldıkça daraldı dünyaya açılan pencereniz.
Fırlayıp ilk ışıklarıyla günün dağınık yataklardan Koşaradım gidiyorsunuz işinize değişmeyen yollardan. Kurulmuş saatler gibi günboyu çalışıp tekdüze Uzayan gölgelerle koşaradım dönüyorsunuz evinize. Ne kadar uzaksa bir felaket sizden o kadar mutlusunuz Unuttunuz başkalarının acısını duymayı Küçük çıkarların büyük kurnazları Alışverişe döndü tüm ilişkileriniz, hesaplı, planlı Sevgileriniz ayaküstü, ilgileriniz koşaradım Unuttunuz konuşmayı kendinizi vererek Düşünmeden bir başka şeyi, içten yalın dürüst Dışa vurmayı duygularınızı Unuttunuz, neydi bir ince söze yakışan en güzel davranış.
Gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim -Ki bu en büyük kötülüktür size- Yıkanmıyor bir kez olsun yüreğiniz yağmurlarla Denizler boşuna devinip duruyor bir çarşaf gibi Gerip ufkunuza mavisini, çiçekler her bahar Uyanışın türküsünü söylüyor da görmüyorsunuz Sizin adınıza dünyanın pek çok yerinde İnsanlar dövüşüyor ellerinde yürekleri birer ülke Anlamıyorsunuz inançlarını bir kez düşünmüyorsunuz. Ömrünüzü güzelleştirecek bir şey almadan hayattan Bir şeyler bırakmadan ardınızda gelecek adına Koşaradım tükeniyorsunuz insan kardeşlerim Koşaradım Duymadan bir gün olsun dünyayı iliklerinizde...
|
|
*
Çocukları Öldürdüler
Bu yüzden yumuşaklık nedir bilmezler Bir gülün tenine değmedi hiç elleri Çiçeksiz büyüttüler çocukları
Oyunlarda durmadan yenmeyi öğrettiler Bir büyük oyunda sonra yenildi çokları Sevgisiz büyüttüler çocukları
Dal sürmedi hiçbiri kaldılar yoz kıraçta Çiğ yalan bencillik biraz da kindi suları Gölgesiz büyüttüler çocukları
Konmadı hiçbirinin sesine yumusacık Bir yüreğin dalından uçan sevi kuşları Türküsüz büyüttüler çocukları
El vermek nedir dosta dostluk nedir ki Hep bir oyuna gelmekti korkuları Güvensiz büyüttüler çocukları.
|
|
*
Senin Korkularını Benim İnceliğimi
Ayrılık ne biliyor musun? Ne araya yolların girmesi, ne kapanan kapılar, ne yıldız kayması gecede, ne ceplerde tren tarifesi, ne de turna katarı gökte.
İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!
İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini, birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine. Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken, duvarlara dalıp dalıp gitmesi. Türküsünü söylecek kimsesi kalmamak ayrılık. Saçına rüzgar, sesine ışık düşürememek kimsenin. Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun. Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya. İki adımdan biri insanın, sevincin kundakçısı, hüznün arması ayrılık.
O küçük ölüm!
Usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan.
Ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından gidip ağzını yıkadığında başlamıştı. Ben bulutları gösterirken, “bulmacanın beş harfli yemek sorusuna” yanıt aramanla halkalanmış, “Aşkın şarabının ağzını açtım, yar yüzünden içti murt bende kaldı” türküsü tenimde düğümlenirken, odadan çıkışınla yolunu tutmuş, Dağlarda öldürülen çocukların fotoğraflarını bir kenara itip, “bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı? ” diye sorduğunda varacağı yere varmıştı çoktan.
Şimdi anlıyormusun gidişinin neden ayrılık olmadığını, bir yaprağın düşmesi kadar ancak, acısı ve ağırlığı olduğunu. Bir toplama işleminin sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını. Boşluğa bir boşluk katmadığını, kar yağdırmadığını yaz ortasında....
Ne mi yapacağım bundan sonra?
Ayak izlerimi silmek için sana gelen bütün yolları tersinden yürüyeceğim önce. Şiir yazmayacağım bir süre, Fotoğraflarını güneşe koyacağım, bir an önce sararsınlar diye. Hediyelik eşya satan dükkanların önünden geçmeyeceğim. Senin için biriktirdiğim yağmur suyunu, bir gül ağacının dibine dökeceğim. Falcı kadınlara inanmayacağım artık. Trafik polislerine adres sormayacağım, Geleceğe ışık düşüren bir gülüşle gülmeyeceğim kimseye....
Ne yapacağımı sanıyorsun ki?
Tenin tenime bu kadar sinmişken, ömrüm azala azala önümden akarken, gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken.. Senin korkularını, benim inceliğimi doldurup yüreğime, bıraktığın boşluğu yonta yonta binlerce heykelini yapacağım.
|
|
*
Edip'e Yanıtı Bilinen Sorular
Yıldızların ülkesi var mıdır Edip Dicle aktığı toprakları seçer mi?
Kasrik boğazı'ndan esen kanlı zemheri Yalnız Kasrik'te mi üşütür insanı?
Herkes türküsünü elbet kendi sesiyle söyler İnsanın dili boynuna kement olur mu?
Öldürmeğe ekinlerden başlayan adamlar Eşiklere nasıl bir zulümle gelirler?
Kimsenin kalmadığı darmadağın köylerde 'Önce Vatan' yazısı bir hüzün değil midir?
|
|
*
Sonrasını Biliriz
Siz geçip gidersiniz; Açık yaralar gibi Kalır kıyılarımızda Ayak iziniz.
Biz bir darlığı Tam düze çıkardık... Derken kapılarda siz.
Bir uzak yakınlığı Eğreti ve güvensiz, Kuşanıp gelirsiniz.
Sunmak elde avuçta Ne varsa, Bari işe yarasa; Sonrasını biz biliriz.
|
|
*
Yolculuk
I
O zamanlar gökyüzü biçilmiş buğday kokardı Çiğnenmiş üzüm, mısır püskülü, bostan yaprağı Toprak kokardı insan emeğiyle yoğrulmuş. Rüzgâr serin sesli konuğuydu evlerin Bulutlardan ağaçlardan saçlardan süzülen Bir dirim duygusuyla doldururdu odaları Yağmur ikinci adıydı akşamların Günün yorgunluğu üzerine dökülen Bir düş inceliğinde akardı sular arklarda Dilde uzaklık türküleri tutuşturarak. İnsanlar bir soru imi gibi girip çıkarlardı Geçimin dar kapılarından Alın teri umut ve kaygıdan örülü Mutluluk toprağın ve güneşin eline bakardı.
O zamanlar dünya küçüktü ve insanlar Kardeşlik kokardı yardım duygularıyla Paylaşmak, bir sevinci ya da güçlüğü Bir karşı koyuş biçimiydi hayata. Birbirine benzerdi evler, toprak dam Beslenen hayvan, çocuk sayısı, daracık camlar... Bir sır gibi gizlenirdi güzellik büyüdükçe kızlar Erkekler şapkalarının siperinde geçerdi sokaklardan. Aynı yalın dili konuşurdu yaşlılarla çocuklar Dingin bir gölle bir akarsuyun dostluğunda. Sevgi bir düş gülüydü bitişik avlularda Sessizce serpilen, bunalmış ve utangaç Evlilikle koklanırdı ancak ve solardı daha ilk yaz.
Birbirine benzerdi Mevsimlerin bahçelere getirdiği renk Evlere getirdiği telaş, sevinç, keder... Yaşamak ağır bir suydu, zamanın Ve toprağın derin ırmağında Sürükleyerek bir nice hayatı ince kıvrımlarında Akar, akardı...
II
Bana sorular öğreten dost Bir de sen bulmadıkça doğrular yarımdır diyen... Kimi gün bir türkü, kimi gün şiirlerle Kitaplarla daha çok, giderek kitaplarla Sabırlı, içten, yalın Örnekler çıkarıp adım adım Küçücük bir kentin kapalı hayatından Bana dünyaları gösteren dost... Telaşını taşıyorum yıllardır Konuşurken birbirine vurduğun parmaklarının Ve içine yüreğini koyup koyup Ak güvercinler gibi ağzından uçurduğun O büyülü, sıcak, doğru sözlerinin...
Sesini çoğaltıyorum sesler içinde Bir tutku gibi geciktikçe büyüyen İnancının onurunu taşıyorum yıllardır.
III
O zamanlar büyük kentlerin varoşlarında Hayatın dengesini tartan öğrenciler vardı Taşralı yüreklerinin tedirgin terazileriyle. Öfkeye benzerlerdi biraz, aceleci sert tatlı Sevgi kadar yumuşak, yoksulluk kadar katı Yürüyüşleri önemli, susuşları anlamlı Birer düş damlasıydı duruşları rengini evlerden alan Sözleri alışılmış görüntülerin örtülerini aralardı. Bir köprü kurup sorulardan hemen kendilerince Bilinen iki şey arasında Sular gibi akıp altından, üstünden rüzgâr gibi geçerek O masal ülkesinin kapılarını zorlarlardı İnançları kadar yalın kılıcıyla yanıtlarının Boyları ırmak kıyılarında serin söğüt dallarıydı.
O zamanlar uzak taşra kasabalarında Akşamlar birer kara buluttu Ölümü yedeğine almış ajans haberleriyle. Korkunun ve bekleyişin bunalttığı evlerde Yüreklerinde merakın ağır yüküyle insanlar Günde bin kez gidip gelirlerdi Yaşamla ölümün bıçak sırtı sıratında. Ölenler, arananlar, yakalananlar... �Gerçek oğlu, Düş�ten olma, 1950 Dünya doğumlu...� Bir metal ses, yitirmiş insan sıcaklığını Okur, okurdu... Rahatlatırken nice insanı acı bir sevinçle Söylenen her isim Bitişik evlere düşen yargısız bir kıyametti...
IV
Ey gece sokaklarına sabahın resmini çizen Ey gülüşün ve ay ışığının gümüş çocuğu Yaşlanan yolcusu artık uzun yürüyüşün Ey sözleri halkının kalbini içeren... Yağmur çürüttü o afişleri çoktandır Bir suçlu gibi susturup renklerini Sürükleyip götürdü o türküleri rüzgâr... Hani o, güneşini eğninde taşıyan Bir ulu geleceğin altın kalemini Batırıp batırıp ömrüne ve geceye Kenti süslediğin... Birinde bir ölümsüz yüz ölüme inat Birinde düğün eden sözcükler Yaşamak ve direnmek kıvamında... Yok artık, gömüldü anıların göğsüne
Közünü küllerinde saklayan bir ateş gibi Şimdi her şey duruk örtüsünde zamanın... Duvarlarında boydan boya Büyük şirketlerin reklam afişleri İnsanı silahsız vuran bir yasal suç Şimdi kent, sana yasakladıklarıyla Ölü, çirkin ve kirli...
V
Biz o çocukları hiç anlamadık Biz o çocukları tanımadık hiç...
Mavi bir damar gibi kentin gerilen bedeninden Bir çığlık çağlayanı gibi, geniş uzun pembe Savrulup gittiler de kaç kez rüzgâr rüzgâr Duyurabilmek için bizim türkülerimizi bize Bir gün olsun inip aralarına katılmadık Sesimizi katmadık seslerine... Korktuk, neden korktuğumuzu bilmeden Büyük heyecanlardan korktuk, küçük rahatlardan Uzun yolculuklardan, yakın acılardan Kurumlaşmış ne varsa güzeli ve geleceği kuşatan Korktuk hepsinden... Çekilip böcekler gibi evlerin kabuğuna Sıkı sıkı sürgüledik kapılarımızı, Balkonlara çıktık en fazla, camlardan sarktık Garip bir merakla bakıp arkalarından Saygılı, şaşkın, küçümser Karmakarışık duygular içinde bocalayıp kaldık.
Sözleri ulaştı uzaklığımıza perde perde Tanyerinde yükselen buğusu gibi toprağın Ama elleri, yürekleri, yüzleri Sert miydi sıcak mı, dost muydu düşman mı? Bir gün olsun dokunup kendi ellerimizle Aklımızla yüreğimizle duygularımızla Anlamadık... Uyup yükseklerden gelen bir sesin buyurgan tonuna Bizim olmayan bir ağızla konuştuk haklarında...
Şimdi düşünüyorum da Korkmayan yanımızmış o çocuklar bizim Ama biz korktuk. Konuşan yanımızmış o çocuklar bizim Ama biz sustuk. Düşleyen yanımızmış o çocuklar bizim Ama biz teslim olduk.
Biliyor musun, güz Daha bir dokunaklı geçiyor beş yıldır. Yağmur yağdı bugün, savrulan yapraklar Sürüklendi bir süre dilsiz sokaklarda. Bilmem ki, bilmem ki nerelerden Çıkıp geldiler birden o çocuklar ufkuma Yedi renkli türküler, bayraklar, pankartlar... Bir yalnızlık duydum ta içimin derininde Bir ses sağanağı, bir özlem... Düşünüyorum da, farkına varmadan Sessizce, kendiliğinden Sevmişim meğer onları ben, inanmışım Katılmışım hatta türkülerine kendimce Uzaktan uzağa... Yoksa niye kanasın değil mi Bunca yıldan sonra sesim Böyle durup dururken...
VI
Resmini çizdiğin gibi duruyor kent Olanca akışına karşı hayatın Evler mevsimler ömürler boyunca Kimseler düşlerinin dışına çıkamadı.
Güzelleştirmek için yürüyüşlerini insanların Ayakkabı boyuyor, o çocuklar yine Omuzlarında evlerin yollara sarkmış zayıflığı İnce bir eziklik sızıyor durdukları yerlere Elleriyle seslerinin tedirgin çatlaklarından Matlaşıyor mavisi tam burada resmin
Dillerinde bir eski bildik rüzgârla Konuşuyor kendi merkezinde iki genç Saçları sözlerine karışmış Gülüşleri gamzelerinde düğümlü Balkıyıp duruyor yüzlerinde Yürek çarpıntılarından bir titrek hale. Hayatı kurtarıyor tam bu noktada Resmin arılaşmış mavisi
Kadınlar porselen yün ve ruj satın alıyorlar Kadınlar durmadan bir şeyler satın alıyorlar Solgun dudaklarını bırakıp sırnaşık tezgâhlara Kirpik saç boya yedi renkli kokular Gün boyu mağazalarda devinen bir telaş Yıpranan yerlerini yeniliyor kadınlar Üstlerinde aldanışın uçuk sarısı Bir eksiği taşıyorlar çarşılardan evlere Senin renkler arasına sözcüklerle çektiğin O görünmez ince derin çizgide.
Göğüsleri caddeye sarkmış bir sinema afişi Tutup bir adamı en zayıf yerinden içeri alıyor İçeri alıyor birahaneler sıkıntı yolcularını Camiler dünya kaçkını cennet düşçülerini... Yüzünde yalnızlık arması yayvan hüzünler Terli düş kokuları dinen telaşlar kapanan kapılarıyla Akşamı karşılıyor kent arabesk şarkılarda... Polis raporlarında asayiş berkemal Bir adam geçiyor günün ufkundan Günün ve umudun o kırılgan çizgisinden Bilge bir gülümsemeyle örterek bulanık görüntüleri Bir güven duygusu gibi rahat ve güzel Alnında mavi bir serinlik, beyaz bir ıslıkla dilinde...
*
Genelev Mektupları
I. Tenime yabancılaştım, etime Göğsüme kollarıma kalçalarıma Bacaklarıma yabancılaştım.
Saçlarım o eski güzelliğini Çoktan yitirdi Şimdi yalnız bilmem neden Zaman zaman yüzüme vuran Bir utancı perdeliyor sadece. Oysa önceleri oysa eskiden Salınca tarkları tel tel Düşle ülkesinden sevgiler ülkesinden Yağmur serinliğinde, incecik Yumuşacık bir el Bulutlardan yüreğime kayardı. Gözlerim kaçamak bakışlarda Kirpiklerim kırık Boynum bir çocuğun pembe ağzında Ürperdikçe uzardı. Dudaklarım dersen, dudaklarım Öptüğüm aynalarda kaldı.
Tenime yabancılaştım, etime Acıma sevincime insan yanıma Kendime yabancılaştım.
II. Giysiler alırım nedense Nerelerde ne zaman giyeceksem Bir eski alışkanlık işte İlk gençlikten kalma. Oysa bir dantel külot bir gecelik Çok bile. (Şimdilerde sütyeni de çıkardık) Giysiler alırım giyilmez Çıplaklığıma.
Arada bir çarşı pazar Doktor dönüşleri daha çok Eser de aklıma; Çocuğuna çeşit çeşit Kazaklar örecek Evcimemn bir ev kadını gibi Yün alırım şiş alırım tığ alırım Nasıl sevinirim bir bilsen Nasıl mutlanırım.
III. Bu insan başları sıra sıra Bu kalabalık Camlardaki bu sürekli kalabalık Bana bakkal dükkanlarını Anımsatır hep. Içerde boy boy konserve kutuları Sabun kalıpları yağ paketleri Sıralı bakkal dükkanlarını. Kararsız bir müşteri Etiketi görememiş Korkarak alacağı malın ederinden Girer içeri.
Kimi gün bir yaşlı yaşına güvenerek Hoyrat davranışlarda rahat Kimi gün bir çocuk ürkek mi ürkek Ayva sarı terlerini silerek Düşer üstüme.
IV. Yüreğimde yüz gurbeti taşısam da Kalçalarımda bir erkeği taşımasam.
Yıldım demenin de bir anlamı yok Saçlarıma sinmiş bu çiğ kolonya Tenimdeki bu vazelin kokularından. Penceresiz perdesiz bu çift yataklı Bu karanlık yatak odalarından Yıldım demeninde bir anlamı yok.
Gün ışığı bir gün olsun Geniş odalarda mavi Çalmadı kapımı. Ay süzülmüş yataklarda sıcacık Yumuşacık öpüşlerle düşlere gebe Uykulara varmadım hiç. Bir gün olsun pembe uykularımdan Mavi bir erkek Uğrun uğrun öperek Kaldırmadı beni.
Yıllar yılı bir acıyı Sırtımda karnımda kalçalarımda Büyüttüm durdum. Harlı soluklarıyla düştüler üstüme Harlı soluklarıyla dondu yüzüm. Yıllar yılı binlerce Binlerce erkeğin gizli gerilimini En gizli yerlerimde erittim.
Iğneucu acıları gözbebeklerimde Taşısam taşısam da Yüzümde bir erkek yüzü taşımasam.
V. Akşam…desem ve sussam Yetmez mi?
Ya da yorgun bir gövdeyi Cam kırıklarında uyutsam…
Akşamı anlatmaz mı?
VI. Uykular benim zehirli sularımdır.
Geçip giden onca erkek Onca erkek tüm yükünü Üstüme yıkmış gibi Gövdem tonlarca ağırlığında Bir batık gemi; Sularım dipsiz denizim kıyısız Yatarım bir ten çölüdür yatağom En yorgun gecelerim bile uykusuz
Uykular benim en rezil korkularımdır.
VII. Bıçkın bıyıklarıyla külhan Islak saçlarıyla gülendi O. Gün ışır ışımaz usulca Sıyrılıp dağınık uykularımdan Yarı gecelerde karanlığıma Yıldız yıldız dökülendi O.
(Bilmem ki ne buldu örseli tenimde Belki açlığını giderdi bir zaman Belki de sevgiyi öğrendi bilmeden)
Hayata yenildikçe gelendi O. Düşümü gerçeğe gerçeğimi düşe Acımı kuşkulu bir sevince Çevirendi O.
Bir o gülüşü kaldı Şimdi duvarlarımda Görmeye ömrümü adak sunduğum Bir o gülüşü…çın çın Sesi yüreğimin kıyılarını döven Üşüdükçe anısıyla ısındığım.
VIII. Gülmek mi? Gülerim, güldüğüm çok olmuştur.
Gülüşüm hoyrat taşlarda Incecik kırılan cam, Kendi kıyılarını döven su sesi Bir ağacın ilkyaz eşiğinde Leyli leylim yaprak dökmesi. Bilene ağıt gibi oturur Burda bir kadının gamsız gülmesi…
Gülerim, güldüğüm çok olmuştur.
IX. Evlerde sabahlar nasıldı Unuttum Evlerde akşamlar nasıldı.
X. Çocukluğum olmadı benim Gençliğim olmadı.
Babam karanlık bir adamdı Korkularla besledi bizi Annem zayıf mı zayıf Sevgisini göstermeye korkardı. Bir küçücük kumru kuşu büyüttüm Göğsümün gizlisinde Yumuşaklık adına, sevgi adına. Konduğu tüm dalları Aykırı bir rüzgar aldı.
Baskılar safra gibi attı dışarı Korkular safra gibi attı. Evimden uzak evler üstüne Gerçeğini şimdi bile bilmediğim Ne olmadık düşler kurdum. İnce içlenmelerle her akşam Dalgın baktığım camlardan Bir gizli mutluluk sızardı Işık yerine…
XI. Garipsi huylar edindim nicedir Garipsi duygular edindim. Artık iyice tükenen Bir ölü umuttan mıdır Gittikçe yoğunlaşan bu yaşlı Bu yılgın yalnızlıktan mı? Yoksa eşiklerden sızan Şu rezil ölüm kokusundan mı? Söndürüp her gece ışıklarımı -Yalancı bir aydınlığı siler gibi- İncecik bir mum yakıyorum.
Ömrüme benzetip sonra alevini -Karanlığı ağır basan o titrek O gölgesi korkular saçan ışığını- Ömrüme benzetip inceden inceye Eriyen mumu Bakıyorum…Bakıyorum…
Bir ölüm düşlüyorum, başımda Başımda o mavi erkeğim Bir ölüm…geniş odalarda pembe Devinirken mutluluk Uykulara varır gibi usul usul Usul usul susuyor yüreğim. Sol yanımda kızım benim Benim eski benim çocuk güzelliğim. Sağ yanımda gülüşü bir ilkyaz yeli -Öyle hafif, öyle serin- Yiğit oğlum, yağız oğlum…
Kırıp camları bağırsam Bağırsam diyorum avaz avaz: Bir ölüm düşlüyorum ey insanlar Bir ölüm… Ölümüm evlere yas.
Eriyip bitiyor mum Bitiyor birden bütün düşlerim Acımasız gerçeğime çıplak Çırılçıplak dönüyorum.
İnsan düşüncesinden Hızlı araç yoktur diyen Öğretmenim…öğretmenim… Garipsi huylar edindim nicedir Garipsi duygular edindim.
Sonsöz Yerine
XII. Ürkek adımlarıyla uğrun usul Gelip sıralı sırasız Karanlık kıyılarımda duran çocuk… Örseli duyarlığımdan kalın örtüleri -Kaba örtüleri, kara örtüleri- Kaldıran çocuk…kaldıran çocuk… Herkesin gerçeği kendine biricik Bir beni söyletip de böyle kısacık Bu yağma yürek, bu talan sevgi Bu ucuz ten pazarını Yazdığını sanan çocuk. Herkesin gerçeği kendine acı Herkesin acısı kendine biricik.
*
Bütün bir ülkeyle
onurumu devletin dehşetinden koruyabilmek için sevdim seni yoksulluğun, dizleri üstüne yıktığı bir halkı başımın üstünde tutabilmek ölüm orucundaki çocukların mumdan gövdelerine bir gün daha ömür olabilmek için ağzıma kadar yükselen zifosa karşı kalbimle arınabilmek için sevdim.
üç bin kürt köyünün gözleri kocaman sürgününe bir adım dönüş olabilmek için canın kirpiklerinde bir göğse gömülmek hiçbir paranın harcı değil, demek gözleri camlarda paramparça çocukların gelecek düşlerini korumak için aşksız yaşamasız onca kadın odalarda gövdelerindeki son ışığı söndürmesin için sevdim.
sevişirken binlerce başka sesle kıvranıyorsam sevgilim, seni bütün bir ülkeyle sevdiğim için…
|
|
|
|
|
|
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder