Şükrü Erbaş




Avlu Genişliği

Sizin evleriniz var, büyük.
Sıkıntı diye soyunduğunuz dünya, eşiklerde.
Çocuğunuz odalarda bir gün kapalı kalmadı.
Habersiz girmedi kapınızdan kimse.
o masal hâlâ uyumanız için.
Gittiğiniz hiçbir toplantı suç sayılmadı.
Başkası için itiraz etmediniz kimseye.

Üniforma son sözünüz, içinizden giydiğiniz.
Emekten, yalnız kendinizi anladınız.
Susup kaldığınız olmadı hiç.
Arkanızı döndüğünüz, yoktu.
Bir coğrafya bilgisiydi ülkeniz, sıkıcı mı sıkıcı.
Birinci erdeminiz görmemekse, ikincisi unutmaktı.
Ara sokaklara gitmediniz hiç.
Anneniz ne karakol, ne hapishane bilir.
Bir kadını topuklarından öpmediniz bir kez.

Akşam kötü bir duygu, bir türlü çözemediğiniz.
Kimsenin yalnızlığı düşmedi eşiğinize.
En büyük dil sizin konuştuğunuzdu.
Babanızı bir gün üzmediniz.
Gülmüyordunuz, küçümseme düğün ediyordu.
Turnalar uçmadı sesinizde bir kanat.
Utanan biz olduk uzaklığınızdan.

Bir kara leke halk, her adımda üstünüze sıçrayan.
Gençlik, büyüyen tehlike siz yaşlandıkça.
Sayılar ve sayılardı en büyük okumanız.
Sevinciniz öyle tenha ki üç kişi olamıyor.
Bir namludan içeriye bakmadınız hiç.
Hep bir şenlikti çarşılardan dönüşünüz.

Vurulmuş kimse yok aile fotoğrafınızda.
Biz çoktuk ama çıkan sizin sesinizdi.
Ve biz sizden bir avlu genişliği bekledik...

Size kim, neyi, nasıl
Aynı dilde mi kederlendik sahi
Aynı yüzyıl mıydı şu yaşadığımız...






*







Kocaman Bir Çocuğu Öpüyorsun

Sen bende neleri öpüyorsun bir bilsen 
Herkesin perde perde çekildiği bir akşam 
Siyah bir su gibi yollara akan yalnızlığı öpüyorsun 
Ağzında eriklerin aceleci tadı 
Elleri bulut, gözleri ot bürümüş ekin tarlası 
Bir çocuğun düşlerine inen tokadı öpüyorsun. 
Yağmur her zaman gökkuşağını getirmiyor 
Aralık kapılarda bekleyişin çarpıntısı 
Bir kadının eksildikçe ömrüme eklenen 
Uzun gecelerini, solgun gövdesini öpüyorsun. 
Uzak dağ köylerine vuran ay ışığı 
Kerpiçlerden saraylar kuruyor yoksulluğa 
Ne suların ibrişimi ne gökyüzü ne rüzgâr 
Sen bende gittikçe kararan bir halkı öpüyorsun. 

Sakarya Caddesi'nde sarhoşlar 
Rakıyla buğulanmış kaldırımlarına gecenin 
Yüksek sesle bir şeyler çiziyorlar. 
Yalnızlık her koşulda bir sığınak bulur, diyorum 
Uzanıp dudağımdaki titremeyi öpüyorsun. 
Örseler acıyla düştüğü yeri 
Susarak büyüyen adamların sevgisi. 
Ağzında pas tadıyla bir inceliği söylemek 
Bir gülünç içtenliktir, gecikmiş ve ezik 
Sen bende yanlış bir ömrün tortusunu öpüyorsun. 
İnsanın zamana karşı biricik şansıdır aşk 
Onca kapı onca duvar içinde bulur aynasını. 
Sen bende neleri öpüyorsun biliyor musun 
Herkesin simsiyah kesildiği bir akşam 
Yıldızlarla yedirenk gökyüzünü öpüyorsun. 

Sen bende, gözlerinin anne ışığıyla 
Bir solgunluktan doğan kocaman bir çocuğu öpüyorsun. 







*


Koşaradım






Gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim
Ne bir ortak sevinciniz kaldı sizi çoğaltacak
Ne bir içten dostunuz var acınızı alacak
Unuttunuz nicedir paylaşmanın mutluluğunu;
Toprağı rüzgârı denizi göğü
O her zaman bir insanla anlamlı
Tükenmez bir hazine gibi kendini sunan doğayı
Unuttunuz, gömülüp günlük çıkarların
Ve ucuz korkuların kör kuyularına
Daraldıkça daraldı dünyaya açılan pencereniz.

Fırlayıp ilk ışıklarıyla günün dağınık yataklardan
Koşaradım gidiyorsunuz işinize değişmeyen yollardan.
Kurulmuş saatler gibi günboyu çalışıp tekdüze
Uzayan gölgelerle koşaradım dönüyorsunuz evinize.
Ne kadar uzaksa bir felaket sizden o kadar mutlusunuz
Unuttunuz başkalarının acısını duymayı
Küçük çıkarların büyük kurnazları
Alışverişe döndü tüm ilişkileriniz, hesaplı, planlı
Sevgileriniz ayaküstü, ilgileriniz koşaradım
Unuttunuz konuşmayı kendinizi vererek
Düşünmeden bir başka şeyi, içten yalın dürüst
Dışa vurmayı duygularınızı
Unuttunuz, neydi bir ince söze yakışan en güzel davranış.

Gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim
-Ki bu en büyük kötülüktür size-
Yıkanmıyor bir kez olsun yüreğiniz yağmurlarla
Denizler boşuna devinip duruyor bir çarşaf gibi
Gerip ufkunuza mavisini, çiçekler her bahar
Uyanışın türküsünü söylüyor da görmüyorsunuz
Sizin adınıza dünyanın pek çok yerinde
İnsanlar dövüşüyor ellerinde yürekleri birer ülke
Anlamıyorsunuz inançlarını bir kez düşünmüyorsunuz.
Ömrünüzü güzelleştirecek bir şey almadan hayattan
Bir şeyler bırakmadan ardınızda gelecek adına
Koşaradım tükeniyorsunuz insan kardeşlerim
Koşaradım
Duymadan bir gün olsun dünyayı iliklerinizde...



*

Çocukları Öldürdüler






Bu yüzden yumuşaklık nedir bilmezler
Bir gülün tenine değmedi hiç elleri
Çiçeksiz büyüttüler çocukları

Oyunlarda durmadan yenmeyi öğrettiler
Bir büyük oyunda sonra yenildi çokları
Sevgisiz büyüttüler çocukları

Dal sürmedi hiçbiri kaldılar yoz kıraçta
Çiğ yalan bencillik biraz da kindi suları
Gölgesiz büyüttüler çocukları

Konmadı hiçbirinin sesine yumusacık
Bir yüreğin dalından uçan sevi kuşları
Türküsüz büyüttüler çocukları

El vermek nedir dosta dostluk nedir ki
Hep bir oyuna gelmekti korkuları
Güvensiz büyüttüler çocukları.



*

Senin Korkularını Benim İnceliğimi






Ayrılık ne biliyor musun?
Ne araya yolların girmesi,
ne kapanan kapılar,
ne yıldız kayması gecede,
ne ceplerde tren tarifesi,
ne de turna katarı gökte.

İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!

İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini,
birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine.
Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken,
duvarlara dalıp dalıp gitmesi.
Türküsünü söylecek kimsesi kalmamak ayrılık.
Saçına rüzgar, sesine ışık düşürememek kimsenin.
Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun.
Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya.
İki adımdan biri insanın, sevincin kundakçısı,
hüznün arması ayrılık.

O küçük ölüm!

Usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan.

Ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından gidip ağzını yıkadığında başlamıştı.
Ben bulutları gösterirken,
“bulmacanın beş harfli yemek sorusuna” yanıt aramanla halkalanmış,
“Aşkın şarabının ağzını açtım, yar yüzünden içti murt bende kaldı”
türküsü tenimde düğümlenirken, odadan çıkışınla yolunu tutmuş,
Dağlarda öldürülen çocukların fotoğraflarını bir kenara itip,
“bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı? ”
diye sorduğunda varacağı yere varmıştı çoktan.

Şimdi anlıyormusun gidişinin neden ayrılık olmadığını,
bir yaprağın düşmesi kadar ancak, acısı ve ağırlığı olduğunu.
Bir toplama işleminin sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını.
Boşluğa bir boşluk katmadığını, kar yağdırmadığını yaz ortasında....

Ne mi yapacağım bundan sonra?

Ayak izlerimi silmek için sana gelen bütün yolları tersinden yürüyeceğim önce.
Şiir yazmayacağım bir süre,
Fotoğraflarını güneşe koyacağım, bir an önce sararsınlar diye.
Hediyelik eşya satan dükkanların önünden geçmeyeceğim.
Senin için biriktirdiğim yağmur suyunu, bir gül ağacının dibine dökeceğim.
Falcı kadınlara inanmayacağım artık.
Trafik polislerine adres sormayacağım,
Geleceğe ışık düşüren bir gülüşle gülmeyeceğim kimseye....

Ne yapacağımı sanıyorsun ki?

Tenin tenime bu kadar sinmişken,
ömrüm azala azala önümden akarken,
gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken..
Senin korkularını, benim inceliğimi doldurup yüreğime,
bıraktığın boşluğu yonta yonta binlerce heykelini yapacağım.



*

Edip'e Yanıtı Bilinen Sorular






Yıldızların ülkesi var mıdır Edip
Dicle aktığı toprakları seçer mi?

Kasrik boğazı'ndan esen kanlı zemheri
Yalnız Kasrik'te mi üşütür insanı?

Herkes türküsünü elbet kendi sesiyle söyler
İnsanın dili boynuna kement olur mu?

Öldürmeğe ekinlerden başlayan adamlar
Eşiklere nasıl bir zulümle gelirler?

Kimsenin kalmadığı darmadağın köylerde
'Önce Vatan' yazısı bir hüzün değil midir?



*

Sonrasını Biliriz






Siz geçip gidersiniz;
Açık yaralar gibi
Kalır kıyılarımızda
Ayak iziniz.

Biz bir darlığı
Tam düze çıkardık...
Derken kapılarda siz.

Bir uzak yakınlığı
Eğreti ve güvensiz,
Kuşanıp gelirsiniz.

Sunmak elde avuçta
Ne varsa,
Bari işe yarasa;
Sonrasını biz biliriz.


*

Yolculuk

I

O zamanlar gökyüzü biçilmiş buğday kokardı
Çiğnenmiş üzüm, mısır püskülü, bostan yaprağı
Toprak kokardı insan emeğiyle yoğrulmuş.
Rüzgâr serin sesli konuğuydu evlerin
Bulutlardan ağaçlardan saçlardan süzülen
Bir dirim duygusuyla doldururdu odaları
Yağmur ikinci adıydı akşamların
Günün yorgunluğu üzerine dökülen
Bir düş inceliğinde akardı sular arklarda
Dilde uzaklık türküleri tutuşturarak.
İnsanlar bir soru imi gibi girip çıkarlardı
Geçimin dar kapılarından
Alın teri umut ve kaygıdan örülü
Mutluluk toprağın ve güneşin eline bakardı.

O zamanlar dünya küçüktü ve insanlar
Kardeşlik kokardı yardım duygularıyla
Paylaşmak, bir sevinci ya da güçlüğü
Bir karşı koyuş biçimiydi hayata.
Birbirine benzerdi evler, toprak dam
Beslenen hayvan, çocuk sayısı, daracık camlar...
Bir sır gibi gizlenirdi güzellik büyüdükçe kızlar
Erkekler şapkalarının siperinde geçerdi sokaklardan.
Aynı yalın dili konuşurdu yaşlılarla çocuklar
Dingin bir gölle bir akarsuyun dostluğunda.
Sevgi bir düş gülüydü bitişik avlularda
Sessizce serpilen, bunalmış ve utangaç
Evlilikle koklanırdı ancak ve solardı daha ilk yaz.

Birbirine benzerdi
Mevsimlerin bahçelere getirdiği renk
Evlere getirdiği telaş, sevinç, keder...
Yaşamak ağır bir suydu, zamanın
Ve toprağın derin ırmağında
Sürükleyerek bir nice hayatı ince kıvrımlarında
Akar, akardı...


II

Bana sorular öğreten dost
Bir de sen bulmadıkça doğrular yarımdır diyen...
Kimi gün bir türkü, kimi gün şiirlerle
Kitaplarla daha çok, giderek kitaplarla
Sabırlı, içten, yalın
Örnekler çıkarıp adım adım
Küçücük bir kentin kapalı hayatından
Bana dünyaları gösteren dost...
Telaşını taşıyorum yıllardır
Konuşurken birbirine vurduğun parmaklarının
Ve içine yüreğini koyup koyup
Ak güvercinler gibi ağzından uçurduğun
O büyülü, sıcak, doğru sözlerinin...

Sesini çoğaltıyorum sesler içinde
Bir tutku gibi geciktikçe büyüyen
İnancının onurunu taşıyorum yıllardır.


III

O zamanlar büyük kentlerin varoşlarında
Hayatın dengesini tartan öğrenciler vardı
Taşralı yüreklerinin tedirgin terazileriyle.
Öfkeye benzerlerdi biraz, aceleci sert tatlı
Sevgi kadar yumuşak, yoksulluk kadar katı
Yürüyüşleri önemli, susuşları anlamlı
Birer düş damlasıydı duruşları rengini evlerden alan
Sözleri alışılmış görüntülerin örtülerini aralardı.
Bir köprü kurup sorulardan hemen kendilerince
Bilinen iki şey arasında
Sular gibi akıp altından, üstünden rüzgâr gibi geçerek
O masal ülkesinin kapılarını zorlarlardı
İnançları kadar yalın kılıcıyla yanıtlarının
Boyları ırmak kıyılarında serin söğüt dallarıydı.

O zamanlar uzak taşra kasabalarında
Akşamlar birer kara buluttu
Ölümü yedeğine almış ajans haberleriyle.
Korkunun ve bekleyişin bunalttığı evlerde
Yüreklerinde merakın ağır yüküyle insanlar
Günde bin kez gidip gelirlerdi
Yaşamla ölümün bıçak sırtı sıratında.
Ölenler, arananlar, yakalananlar...
�Gerçek oğlu, Düş�ten olma, 1950 Dünya doğumlu...�
Bir metal ses, yitirmiş insan sıcaklığını
Okur, okurdu...
Rahatlatırken nice insanı acı bir sevinçle
Söylenen her isim
Bitişik evlere düşen yargısız bir kıyametti...


IV

Ey gece sokaklarına sabahın resmini çizen
Ey gülüşün ve ay ışığının gümüş çocuğu
Yaşlanan yolcusu artık uzun yürüyüşün
Ey sözleri halkının kalbini içeren...
Yağmur çürüttü o afişleri çoktandır
Bir suçlu gibi susturup renklerini
Sürükleyip götürdü o türküleri rüzgâr...
Hani o, güneşini eğninde taşıyan
Bir ulu geleceğin altın kalemini
Batırıp batırıp ömrüne ve geceye
Kenti süslediğin...
Birinde bir ölümsüz yüz ölüme inat
Birinde düğün eden sözcükler
Yaşamak ve direnmek kıvamında...
Yok artık, gömüldü anıların göğsüne
Közünü küllerinde saklayan bir ateş gibi
Şimdi her şey duruk örtüsünde zamanın...
Duvarlarında boydan boya
Büyük şirketlerin reklam afişleri
İnsanı silahsız vuran bir yasal suç
Şimdi kent, sana yasakladıklarıyla
Ölü, çirkin ve kirli...

V

Biz o çocukları hiç anlamadık
Biz o çocukları tanımadık hiç...

Mavi bir damar gibi kentin gerilen bedeninden
Bir çığlık çağlayanı gibi, geniş uzun pembe
Savrulup gittiler de kaç kez rüzgâr rüzgâr
Duyurabilmek için bizim türkülerimizi bize
Bir gün olsun inip aralarına katılmadık
Sesimizi katmadık seslerine...
Korktuk, neden korktuğumuzu bilmeden
Büyük heyecanlardan korktuk, küçük rahatlardan
Uzun yolculuklardan, yakın acılardan
Kurumlaşmış ne varsa güzeli ve geleceği kuşatan
Korktuk hepsinden...
Çekilip böcekler gibi evlerin kabuğuna
Sıkı sıkı sürgüledik kapılarımızı,
Balkonlara çıktık en fazla, camlardan sarktık
Garip bir merakla bakıp arkalarından
Saygılı, şaşkın, küçümser
Karmakarışık duygular içinde bocalayıp kaldık.

Sözleri ulaştı uzaklığımıza perde perde
Tanyerinde yükselen buğusu gibi toprağın
Ama elleri, yürekleri, yüzleri
Sert miydi sıcak mı, dost muydu düşman mı?
Bir gün olsun dokunup kendi ellerimizle
Aklımızla yüreğimizle duygularımızla
Anlamadık...
Uyup yükseklerden gelen bir sesin buyurgan tonuna
Bizim olmayan bir ağızla konuştuk haklarında...

Şimdi düşünüyorum da
Korkmayan yanımızmış o çocuklar bizim
Ama biz korktuk.
Konuşan yanımızmış o çocuklar bizim
Ama biz sustuk.
Düşleyen yanımızmış o çocuklar bizim
Ama biz teslim olduk.

Biliyor musun, güz
Daha bir dokunaklı geçiyor beş yıldır.
Yağmur yağdı bugün, savrulan yapraklar
Sürüklendi bir süre dilsiz sokaklarda.
Bilmem ki, bilmem ki nerelerden
Çıkıp geldiler birden o çocuklar ufkuma
Yedi renkli türküler, bayraklar, pankartlar...
Bir yalnızlık duydum ta içimin derininde
Bir ses sağanağı, bir özlem...
Düşünüyorum da, farkına varmadan
Sessizce, kendiliğinden
Sevmişim meğer onları ben, inanmışım
Katılmışım hatta türkülerine kendimce
Uzaktan uzağa...
Yoksa niye kanasın değil mi
Bunca yıldan sonra sesim
Böyle durup dururken...


VI

Resmini çizdiğin gibi duruyor kent
Olanca akışına karşı hayatın
Evler mevsimler ömürler boyunca
Kimseler düşlerinin dışına çıkamadı.

Güzelleştirmek için yürüyüşlerini insanların
Ayakkabı boyuyor, o çocuklar yine
Omuzlarında evlerin yollara sarkmış zayıflığı
İnce bir eziklik sızıyor durdukları yerlere
Elleriyle seslerinin tedirgin çatlaklarından
Matlaşıyor mavisi tam burada resmin

Dillerinde bir eski bildik rüzgârla
Konuşuyor kendi merkezinde iki genç
Saçları sözlerine karışmış
Gülüşleri gamzelerinde düğümlü
Balkıyıp duruyor yüzlerinde
Yürek çarpıntılarından bir titrek hale.
Hayatı kurtarıyor tam bu noktada
Resmin arılaşmış mavisi

Kadınlar porselen yün ve ruj satın alıyorlar
Kadınlar durmadan bir şeyler satın alıyorlar
Solgun dudaklarını bırakıp sırnaşık tezgâhlara
Kirpik saç boya yedi renkli kokular
Gün boyu mağazalarda devinen bir telaş
Yıpranan yerlerini yeniliyor kadınlar
Üstlerinde aldanışın uçuk sarısı
Bir eksiği taşıyorlar çarşılardan evlere
Senin renkler arasına sözcüklerle çektiğin
O görünmez ince derin çizgide.

Göğüsleri caddeye sarkmış bir sinema afişi
Tutup bir adamı en zayıf yerinden içeri alıyor
İçeri alıyor birahaneler sıkıntı yolcularını
Camiler dünya kaçkını cennet düşçülerini...
Yüzünde yalnızlık arması yayvan hüzünler
Terli düş kokuları dinen telaşlar kapanan kapılarıyla
Akşamı karşılıyor kent arabesk şarkılarda...
Polis raporlarında asayiş berkemal
Bir adam geçiyor günün ufkundan
Günün ve umudun o kırılgan çizgisinden
Bilge bir gülümsemeyle örterek bulanık görüntüleri
Bir güven duygusu gibi rahat ve güzel
Alnında mavi bir serinlik, beyaz bir ıslıkla dilinde...



*



Genelev Mektupları
I.
Tenime yabancılaştım, etime
Göğsüme kollarıma kalçalarıma
Bacaklarıma yabancılaştım.

Saçlarım o eski güzelliğini
Çoktan yitirdi
Şimdi yalnız bilmem neden
Zaman zaman yüzüme vuran
Bir utancı perdeliyor sadece.
Oysa önceleri oysa eskiden
Salınca tarkları tel tel
Düşle ülkesinden sevgiler ülkesinden
Yağmur serinliğinde, incecik
Yumuşacık bir el
Bulutlardan yüreğime kayardı.
Gözlerim kaçamak bakışlarda
Kirpiklerim kırık
Boynum bir çocuğun pembe ağzında
Ürperdikçe uzardı.
Dudaklarım dersen, dudaklarım
Öptüğüm aynalarda kaldı.

Tenime yabancılaştım, etime
Acıma sevincime insan yanıma
Kendime yabancılaştım.

II.
Giysiler alırım nedense
Nerelerde ne zaman giyeceksem
Bir eski alışkanlık işte
İlk gençlikten kalma.
Oysa bir dantel külot bir gecelik
Çok bile.
(Şimdilerde sütyeni de çıkardık)
Giysiler alırım giyilmez
Çıplaklığıma.

Arada bir çarşı pazar
Doktor dönüşleri daha çok
Eser de aklıma;
Çocuğuna çeşit çeşit
Kazaklar örecek
Evcimemn bir ev kadını gibi
Yün alırım şiş alırım tığ alırım
Nasıl sevinirim bir bilsen
Nasıl mutlanırım.

III.
Bu insan başları sıra sıra
Bu kalabalık
Camlardaki bu sürekli kalabalık
Bana bakkal dükkanlarını
Anımsatır hep.
Içerde boy boy konserve kutuları
Sabun kalıpları yağ paketleri
Sıralı bakkal dükkanlarını.
Kararsız bir müşteri
Etiketi görememiş
Korkarak alacağı malın ederinden
Girer içeri.

Kimi gün bir yaşlı yaşına güvenerek
Hoyrat davranışlarda rahat
Kimi gün bir çocuk ürkek mi ürkek
Ayva sarı terlerini silerek
Düşer üstüme.

IV.
Yüreğimde yüz gurbeti taşısam da
Kalçalarımda bir erkeği taşımasam.

Yıldım demenin de bir anlamı yok
Saçlarıma sinmiş bu çiğ kolonya
Tenimdeki bu vazelin kokularından.
Penceresiz perdesiz bu çift yataklı
Bu karanlık yatak odalarından
Yıldım demeninde bir anlamı yok.

Gün ışığı bir gün olsun
Geniş odalarda mavi
Çalmadı kapımı.
Ay süzülmüş yataklarda sıcacık
Yumuşacık öpüşlerle düşlere gebe
Uykulara varmadım hiç.
Bir gün olsun pembe uykularımdan
Mavi bir erkek
Uğrun uğrun öperek
Kaldırmadı beni.

Yıllar yılı bir acıyı
Sırtımda karnımda kalçalarımda
Büyüttüm durdum.
Harlı soluklarıyla düştüler üstüme
Harlı soluklarıyla dondu yüzüm.
Yıllar yılı binlerce
Binlerce erkeğin gizli gerilimini
En gizli yerlerimde erittim.

Iğneucu acıları gözbebeklerimde
Taşısam taşısam da
Yüzümde bir erkek yüzü taşımasam.

V.
Akşam…desem ve sussam
Yetmez mi?

Ya da yorgun bir gövdeyi
Cam kırıklarında uyutsam…

Akşamı anlatmaz mı?

VI.
Uykular benim zehirli sularımdır.

Geçip giden onca erkek
Onca erkek tüm yükünü
Üstüme yıkmış gibi
Gövdem tonlarca ağırlığında
Bir batık gemi;
Sularım dipsiz denizim kıyısız
Yatarım bir ten çölüdür yatağom
En yorgun gecelerim bile uykusuz

Uykular benim en rezil korkularımdır.

VII.
Bıçkın bıyıklarıyla külhan
Islak saçlarıyla gülendi O.
Gün ışır ışımaz usulca
Sıyrılıp dağınık uykularımdan
Yarı gecelerde karanlığıma
Yıldız yıldız dökülendi O.

(Bilmem ki ne buldu örseli tenimde
Belki açlığını giderdi bir zaman
Belki de sevgiyi öğrendi bilmeden)

Hayata yenildikçe gelendi O.
Düşümü gerçeğe gerçeğimi düşe
Acımı kuşkulu bir sevince
Çevirendi O.

Bir o gülüşü kaldı
Şimdi duvarlarımda
Görmeye ömrümü adak sunduğum
Bir o gülüşü…çın çın
Sesi yüreğimin kıyılarını döven
Üşüdükçe anısıyla ısındığım.

VIII.
Gülmek mi?
Gülerim, güldüğüm çok olmuştur.

Gülüşüm hoyrat taşlarda
Incecik kırılan cam,
Kendi kıyılarını döven su sesi
Bir ağacın ilkyaz eşiğinde
Leyli leylim yaprak dökmesi.
Bilene ağıt gibi oturur
Burda bir kadının gamsız gülmesi…

Gülerim, güldüğüm çok olmuştur.

IX.
Evlerde sabahlar nasıldı
Unuttum
Evlerde akşamlar nasıldı.

X.
Çocukluğum olmadı benim
Gençliğim olmadı.

Babam karanlık bir adamdı
Korkularla besledi bizi
Annem zayıf mı zayıf
Sevgisini göstermeye korkardı.
Bir küçücük kumru kuşu büyüttüm
Göğsümün gizlisinde
Yumuşaklık adına, sevgi adına.
Konduğu tüm dalları
Aykırı bir rüzgar aldı.

Baskılar safra gibi attı dışarı
Korkular safra gibi attı.
Evimden uzak evler üstüne
Gerçeğini şimdi bile bilmediğim
Ne olmadık düşler kurdum.
İnce içlenmelerle her akşam
Dalgın baktığım camlardan
Bir gizli mutluluk sızardı
Işık yerine…

XI.
Garipsi huylar edindim nicedir
Garipsi duygular edindim.
Artık iyice tükenen
Bir ölü umuttan mıdır
Gittikçe yoğunlaşan bu yaşlı
Bu yılgın yalnızlıktan mı?
Yoksa eşiklerden sızan
Şu rezil ölüm kokusundan mı?
Söndürüp her gece ışıklarımı
-Yalancı bir aydınlığı siler gibi-
İncecik bir mum yakıyorum.

Ömrüme benzetip sonra alevini
-Karanlığı ağır basan o titrek
O gölgesi korkular saçan ışığını-
Ömrüme benzetip inceden inceye
Eriyen mumu
Bakıyorum…Bakıyorum…

Bir ölüm düşlüyorum, başımda
Başımda o mavi erkeğim
Bir ölüm…geniş odalarda pembe
Devinirken mutluluk
Uykulara varır gibi usul usul
Usul usul susuyor yüreğim.
Sol yanımda kızım benim
Benim eski benim çocuk güzelliğim.
Sağ yanımda gülüşü bir ilkyaz yeli
-Öyle hafif, öyle serin-
Yiğit oğlum, yağız oğlum…

Kırıp camları bağırsam
Bağırsam diyorum avaz avaz:
Bir ölüm düşlüyorum ey insanlar
Bir ölüm…
Ölümüm evlere yas.

Eriyip bitiyor mum
Bitiyor birden bütün düşlerim
Acımasız gerçeğime çıplak
Çırılçıplak dönüyorum.

İnsan düşüncesinden
Hızlı araç yoktur diyen
Öğretmenim…öğretmenim…
Garipsi huylar edindim nicedir
Garipsi duygular edindim.

Sonsöz Yerine

XII.
Ürkek adımlarıyla uğrun usul
Gelip sıralı sırasız
Karanlık kıyılarımda duran çocuk…
Örseli duyarlığımdan kalın örtüleri
-Kaba örtüleri, kara örtüleri-
Kaldıran çocuk…kaldıran çocuk…
Herkesin gerçeği kendine biricik
Bir beni söyletip de böyle kısacık
Bu yağma yürek, bu talan sevgi
Bu ucuz ten pazarını
Yazdığını sanan çocuk.
Herkesin gerçeği kendine acı
Herkesin acısı kendine biricik.



*

Bütün bir ülkeyle

onurumu devletin dehşetinden koruyabilmek için sevdim seni
yoksulluğun, dizleri üstüne yıktığı bir halkı başımın üstünde tutabilmek
ölüm orucundaki çocukların mumdan gövdelerine bir gün daha ömür olabilmek için
ağzıma kadar yükselen zifosa karşı kalbimle arınabilmek için sevdim.

üç bin kürt köyünün gözleri kocaman sürgününe bir adım dönüş olabilmek için
canın kirpiklerinde bir göğse gömülmek hiçbir paranın harcı değil, demek
gözleri camlarda paramparça çocukların gelecek düşlerini korumak için
aşksız yaşamasız onca kadın odalarda gövdelerindeki son ışığı söndürmesin için sevdim.

sevişirken binlerce başka sesle kıvranıyorsam
sevgilim, seni bütün bir ülkeyle sevdiğim için…

  • Şükrü Erbaş

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder